5 Eylül 2010 Pazar

güneşli bir pazar



Sessiz ve kendiyle geçimsiz geçen gecelerin gündüzlerin ardından bir Eylül sabahı güneşi görünce camından içeriye doğru, dersi kitabı kapatıp kendini sokağa attı İbrahim Bey. Ceket giymesi gerekiyordu hava artık soğuktu, kapıdan çıkmadan son anda uzanıp şemsiyesini de aldı ve çıktı o bilindik tatlı yokuşla şehrin merkezine kadar uzanan sokağa.

İlk olarak köşedeki gazeteciye selam verdi. Sadece mutlu olduğu günlerde selam verirdi ona. Aslında severdi onu ama birkaç ay önce Kore Savaşı konusunda aralarında sert bir konuşma geçmişti. Savaşlardan kayıplarla çıkmış iki ülkenin insanı olarak Dünya'ya hala çok farklı pencerelerden bakıyor olmalarını aklı almıyordu bir türlü. Ama bugün öyle günlerden biri değildi, kendi hesapları dahil bu tür hesapların hepsini kafasından atmıştı bugün. Kibarca gazeteciye selam verdikten sonra, yanındaki fırına girip sıcak bir "brezels" aldı, yanında da kahve. Yoluna devam etti.

Dar sokaklardan birinden geçerken burnuna pastırmalı yumurta kokusu geldi. O anda hatırladı ki bugün pazardı. Günlerden, aylardan kısacası takvimden çok kopmuştu, kafasını toplaması için dışarı çıkması ve bu kadar yürümesi gerekmişti. Pazar olduğunu hatırlayınca kendi evinde yaşadığı pazar ritüelleri geldi aklına, ağzına da pazar günleri içtiği Türk kahvesinin tadı. Aldırmadı bunlara. Hatıralarına ve şu an sahip olamadıklarına odaklanarak zaman kaybetmek istemiyordu, onun yapacakları vardı.

Taşlı sokaklardan yürüyüp çıktı şehrin meydanına. Milattan sonra 800 yılında Noel'in ilk günü Şarlman bu meydana çıktığında yaşlılığın verdiği yorgunlukla bakmıştı umutla ona bakan insanlara. Şimdi aynı noktada İbrahim Bey cebinden buruşmuş kağıdını çıkardı ve gözlüğünü takıp onunla hiç ilgilenmeyen insanlara baktı genç ama yorgun gözleriyle. Şarlman o gün Roma İmparatoru ilan edilmişti, İbrahim Bey ise sadece bir talebeydi ve kayda değer bir başarısı da yoktu henüz. Ama söyleyecekleri vardı:

"Tutulduk çiçek yağmuruna:
kırmızı, beyaz, mavi, sarı,
gülleri, karanfilleri, kınaları
hepsinin de en tazesi, en dostu, en güzeli.
Ve sesler:
güneşli bir kumsalda sevinçle yuvarlanan
dalgaların uğultusu:
gençlik
barış
hürriyet
hayat
Froyntşaft froyntşaft!"

İbrahim Bey bu şiiri o anda bağırarak mı içinden mi okudu bilmiyordu. Bildiği tek şey, yakın bir süre önce Berlin'de tanıştığı ülkesinde yasaklı şairin yeni şiirinin bir parçası onun yaşadığı hayatı da ilgilendiriyordu. Gündeliğin önemli önemsiz detaylarına takılıp Dünya'dan uzaklaşmıştı ama yine de her şeye yeniden başlayabilmek için güneşli pazar sabahları vardı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder