29 Şubat 2012 Çarşamba

bir yirmidokuz şubat yazısı

Takvimsel kışın son günüydü, hava da bunu anlatmak istercesine bahara göz kırpan bir sıcaklıktaydı, hatta ara sıra güneş kendisini gösteriyordu. İbrahim Bey sırtında çantası burnunu çeke çeke arnavut kaldırımlı sokaktan geçti. "Bir yirmidokuz şubat yazısı yazmak lazım" diye geçirdi içinden. Bir yandan da üzerinde bir halsizlik, hasta olmanın arifesindeymiş gibi bir his vardı. Oysa buna hiç gerek yoktu, önünde çok sıkışık bir program ve yapması gereken çok iş vardı. "Olmam ben hasta, masta efendi!" diye kendi kendini ikna etmeye çalıştı.
Uzaktan bir arkadaşını gördü, el etti yürümeye devam etti. İnsanlarla hoş-beş edecek gücü kendinde hissetmiyordu. Yürüdükçe önündeki yol uzuyor sanki evine bir adım daha uzaklaşıyordu. Bir ara aklından "dursam, otursam mı?" diye geçirdi. Sonra kendine kendine kızdı. "Yalnızlıktan iyice saçmaladın İbrahim, şımaracak kimse olmayınca kendine şımarıyorsun."
Sokaktan evinin bulunduğu avluya girdi ve dört katı sürünerek çıktı çatı katındaki odasına. Girer girmez yatağa uzandı. Tam uyuyacaktı ki, açtı gözlerini ve toparlanıp bir sıcak duş aldı. Duştan sonra biraz daha iyiydi. Önüne günlüğünün yeni bir sayfasını açtı ve yazmaya başladı:
"bugün yirmidokuz şubat. ne önemi var bilmiyorum, takvimsel bir olay. düşünüyorum ama bulamıyorum. zaten üç gecedir giriyorum yatağa, dönüyorum dönüyorum uyuyamıyorum. hasta olmaya teşne bir halim var. anlamıyorum, bir gün fazla yaşayınca bir gün daha mı az yaşlanıcaz. aslında yirmidokuz şubat sadece insana dört yıl daha yaşlandığının hatırlatılmasıdır ve benim bu şehirde geçirdiğim ikinci yirmidokuz şubat, e matematiği sana bırakıyorum ibrahim!"

Aslında yazdığı kadar da kötümser değildi. Yazılarında bu havaya girmesini nedendir çözemiyordu bir süredir. İçten içe baharın yaklaştığını, doğanın uyanmaya başladığını hissediyordu. Yirmidokuz şubat bir yandan da baharın müjdecisiydi, hava bile daha geç kararmaya başlamıştı. Bu bahar sanki ötekilerinden daha iyi geçecekti. Peki bu baharın yanında getireceği sürprizlere İbrahim Bey hazır mıydı? İşte bunu o esnada kimse bilmiyordu.

21 Şubat 2012 Salı

formülize edilmiş bir yazı

Karanlık parkın içinden geçerken kafasını kaldırıp gökyüzüne baktı. Tane tane yıldızlar gözüküyordu. Ağzından çıkan buhara baktı, uzun zamandır sigara içmediğini hatırladı. Cebinde ıslanmaktan kurtulmuş son sigarasını buldu, çakmağıyla yaktı. Bir nefes çekip "güzel, bir süre yağış olmaz" diye düşündü.

İbrahim Bey yine birkaç gün evde kaldıktan sonra yalnız başına yürüyüşe çıkmıştı. Hareketli karnaval günlerinin ardından şehir durulmuş, sokaklarda kırılmış şampanya şişeleri, yapış yapış alkol ve şeker artıkları, ezilmiş çikolatalarla birlikte geriye derin bir sessizlik kalmıştı. Kendini eve kapatmış olan İbrahim Bey de bu sessizliği fırsat bilip dışarı çıkmıştı. "Yazılan yazının uzunluğu, çıkılan yalnız yürüyüşün süresi ile doğru orantılıdır." diye düşündü. Bu aralar yazı yazamamasına, eskisi gibi kağıtları dolduramamasına takmıştı. "Bunu ampirik bir formül olarak görürsek başına bir de denklemin eğimini belirleyecek bir faktör getirmemiz gerekir." Sessizliği gölden bir ördeğin çığlığı bozdu. "Gaağğk gak! Be hayvan ödümü kopardın." İbrahim Bey ördeğe bağırdı. "Bu k-faktörü ise duygusal yoğunluktan, havanın sıcaklığından, mevsimden, yaklaşan sınavların sayısından bağımlı bir faktördür. Deneysel araştırmaların sonucuna göre duygusal yoğunluk artarsa yazı yazma isteği bir noktaya kadar artıyor, ancak bir noktadan sonra stabilize oluyor. Belli bir değerin altında ise terse etki yapıyor, yani negatif. Buldum, ln-fonksiyonu gibi. Havanın sıcaklığı ile kesinlikle doğru orantılı. Hava soğukken hiç bişey yapasın gelmiyor, aynı şekilde mevsim baharken çok şey yazıyor insan, yazın biraz tembellik gelse de yine de bir şeyler çıkıyor. Optimal sıcaklık 15 ile 20 derece arası. Not edelim! Sınavlar ve sorumluluklar yaklaştıkça insan onlardan kaçıp abuk subuk şeyler yapmak istiyor ve yürüyüşe çıkıyor. Böylelikle formulün içinde yürüyüş süresi bir kez daha karşımıza çıkıyor." Önündeki karaltılardan bir çocuk sesi geldi. İbrahim Bey yaklaşık yirmi metre önünde yürüyen aileyi fark etti. Adımlarını onların adımlarına uydurmaya çalıştı. Parkın ortasında kendi kendine konuşarak yürüyordu, kendini susturamayacağını bildiğinden öndekileri rahatsız etmek istemedi. "Yazdığın yazının güzelliği, yok güzellik ne demek, bana doygunluk verme derecesi ise çıkan yürüyüşün süresiyle ilk başta doğru orantılı, ancak bir süre sonra da ters orantılı. Yani belli mesafeden uzun yürüyüşler sonunda bayık bayık yazılara sebep oluyor. O zaman bu formülün sonuna da bir dönme noktası getirmemiz gerekiyor. O zaman da polinom en az üçüncü dereceye çıkıyor. Kağıt, kalem gerek bana Alfred!"

İbrahim Bey bir anda boş parkta kendi sesinin yankısından irkildi. Öndeki aile dönüp ona bakmıştı. Üşüdüğünü ve eve dönme zamanının geldiğini anladı, bu esnada da bulduğu formülü deneysel bir biçimde kanıtlamış olmuştu, uzun yürüyüşler ve uzun yalnız kalışlar saçmalamalara neden olabiliyordu.

10 Şubat 2012 Cuma

'yazamamayı yazmak'

Ah arkadaşım,

Yazı yazamıyorum. Yine bilindik boşluklarda, daha önceden çıkılmış sürgünlerde kayboluyorum. Şehrimden ve insanlardan uzaklaşıyorum ve bunu bu sefer istemediğim halde yapıyorum. Sana senin hikayeni yazacağımı söylediğimde ben de umutlanmıştım, yeniden kaleme geri dönerim diye. Şimdilerde sadece çizim yapmak için kullanıyorum kalemlerimi. Ardı ardına iki kelime gelse gözüme batıyor ve yırtıyorum sayfaları. Bu sessizliğin sonunda ya içime sinen bir hikaye çıkacak ya da ben iyice gömüleceğim sessizliğimin içine. Daha önceleri beni bu sessizlikten senin yazı yazmanın basitliğini ve her zaman yapılabilirliğini anlattığın sözlerin çıkarırdı, şimdi bana o sözlerden birkaç tane gerek. Eski mektuplarını karıştırsam bulur muyum diye düşünüyorum ama bulacağım başka şeylerden korktuğumdan bunu da yapamıyorum.
Bu bir kısır döngü ah arkadaşım. Aklım yazı yazmak istese de, yüreğim ya da artık neremle yazıyorsam beni yarı yolda bırakıyor ve sonunda zorlama cümlelere kalıyorum ve böyle anca yazamamayı yazıyorum. Üstelik bir de dişim ağrıyor son birkaç gündür. Baksana konu yine nerelere geldi. Şu mektubu bile yırtmak istiyorum, ama o zaman kendime verdiğim sözlerden de vazgeçerim diye rüzgara bırakıyorum. Ama sen bana bir kıvılcım gönder ki hikayelere başlayabileyim ya da bana bir giriş bölümü ver ki ben devamını getirebileyim.

Bu şehirden ve bu zamandan hürmetle!

İbrahim