20 Mart 2012 Salı

'bilinçaltım'daki kulübede bir gece'

Ah arkadaşım,

Sana bu mektubu Bilinçaltım'dan yazıyorum. Uzun zamandır uğramamıştım buralara. Halbuki bir ara seninle ne kadar çok gelirdik ve ne uzun kalırdık. En son buraya geldiğimin ikinci senesinde kısa bir süreliğine gelmiştim, hatta benden birkaç ay sonra da senin geldiğini duymuştum da sevinmiştim, paylaşacak bir şeyimiz daha oldu diye.
Uzun ve yorucu bir yolculuğun sonunda gelebildim, dağların tepesindeki o tanıdık göl kıyısına. Bu sefer yalnız gelmiştim. Zaten eskiden bıraktığım gibi bulamayacağımdan korktuğumdan da yanımda kimseyi getiremezdim bu sefer. Gerçekten de son aklımda kalandan biraz daha dağınık, biraz daha -ne yalan söyleyeyim- pis buldum. Tahta duvarları hep nemden şişmiş, yer yer de küf kaplamış. Duvarlardan birini sarmaşık sarmış, hatta camlardan kısmen evin içine bile girmeyi başarmış. Hele doğramalar desen, hepsi dökülmüş. Camlardan birini kırmışlar, içeriye girmiş olabilirler, ama bilirsin zorla içeri giren aradığını bulamaz hiçbir zaman, o yüzden içerde belli bir kayıp yoktu. Bahçeyi ayrık otları sarmış. Ama gül ağacı hala yaşıyor biliyor musun, baharla birlikte tomurcuklar açmaya başlamış, belki birkaç aya yeniden her renkten gül vermeye başlar, ama şimdi sadece kışın yorgunluğunu görüyorsun üzerinde. Göl kıyısında oturup da göldeki balıklara yem attığımız banklar duruyor hala. Eve girmeden önce gittim biraz oturdum, tertemiz havayı çektim içime, iyi geldi evin halini görmeden önce.
Her zamanki gibi kapıyı azcık zorlayarak içeri girdim. Örümcek ağları sarmış her yeri. Uzun süre uğranılmamış bir yerin hüznü vardı her yerde, ilk gözüme çarpan bu oldu. Her zaman olduğu gibi yanıma eşya almadan gelmiştim, çok kalmayacağım umuduyla. Ama bakıma ihtiyacı olduğu açıktı, o yüzden bu sefer çok kalmasam bile bu aralar biraz daha sık buralara uğramam gerektiğini anladım. Sonra girişte soldaki odaya girdim. Girer girmez içimi bir hüzün kapladı. Duvarlarda çok eskide bıraktığım renkler ve fotoğraflar asılı kalmıştı. O kadar unutmuşum ki o odada bıraktıklarımı. Hep eski notlar, eski şiirler, eski şarkılar. Bugünlerde ihtiyacım olan ama bana hiç uğramayan İlham o odada taslaklarımla birlikte oturuyordu. Gittim kafasını sevdim yaşlı kedinin. Bir zamanlar insan fotoğrafları biriktirirdim hatırlar mısın, onlardan bazılarını buldum orada, tozlu rafların arasında. Ne zamandır unutmuşum ama hiçbir yere de kaybolmamışlar. O odada o küf kokusu içinde yaklaşık bir saat kaldım. Birçok duyguyu iç içe yaşadım, hayal kırıklığı, heyecan, pişmanlık, şefkat, nefret ve sevgi. Yormadı.
Sonra çıktım o odadan. Karşıdaki odanın kapısı kitliydi. Anahtarını arandım bir vakit, bulamadım. Biraz zorladım kapıyı, baktım "bana mısın?" demiyor ben de bıraktım, zaten kapı eski duruyordu daha da zarar vermek istemedim. Ondan vazgeçince yanındaki odaya girdim. O odaya girdiğim anda boynumda, karnımda ve hatta kalbimde bir ağrı başladı. Ağrı sürekli yer değiştiriyordu. Önce odadaki bir şeye karşı alerjik bir reaksiyon olduğunu düşündüm. Ancak zamanla anladım ki bu tarif edemediğim şey bir duygu olabilirdi. Adını koyamadığım bir duygu. Oturdum masanın yanındaki tahta sandalyeye. Seninle oradaki oturmalarımız geldi aklıma. Duvarlarda senin çektiğim fotoğraflar asılıydı, aralarında da senin fotoğrafların. Senin ve diğer birkaç kişinin... Fark ettim ki, uzun zamandır bakmamışım o fotoğraflara ya da böyle içten bakmamışım. O ağrı biraz daha arttı. Sandalyede doğruldum, sandalye gıcırdadı. Dışardan bir kumru sesi geldi: gu-guuuuk-guk... gu-guuk-guk. O ses alay etti benle, o resimlerdeki bir daha göremeyeğimi düşündüm ve ben de sonunda koyverdim işte kendimi o an o tahta masanın yanında. Karardı ortalık, renkler değişti. O odada ne kadar kaldım, bilmiyorum. Sonra bir anda dışarı çıktım, cebimden kibriti çıkardım. Evi yakmak geçti içimden, hatta bütün ormanı yakmak. Ama yapamadım, bu şekilde bir yere varamayacağımı düşündüm. Gölün kenarına gittim, yüzümü yıkadım, kuyudan bir yudum su içtim ve tekrardan içeri girdim. Geceyi geçirecek bir yer yaptım kendime ve uyudum.
Bu sabah Aachen'a geri dönmem gerekiyor. Ama kendi kendime bir karar aldım. Buraya daha fazla uğrayıp, son girdiğim odadan başlayarak tamamını derleyip toparlayacağım. Sırayla ve yavaş yavaş, tek başıma veya birkaç kişi yardımıyla odadan odaya temizleyeceğim, çünkü burayı böyle bırakmamak gerekiyor, sonuçta yıllarımız burada geçti ve daha birçok yıl daha geçirmeyi planlıyorum. Bundan sonra daha sık giderim arkadaşım ve sana da her gittiğimde yeni mektuplar yazar, yaptıklarımı anlatırım. Sen burayı göremesen de, yazdıklarımdan kafanda güzel bir resmini yapacağından eminim.

Hürmetle,
İbrahim

13 Mart 2012 Salı

yaşanmamış hikayeler yazmak.

"İlk defa yaşamadığım bir şeyin hikayesini yazacağım. Bu yüzden heyecanlıyım. Daha önce hikayeler yazmıştım. Ama bunlar ya yaşadıklarımdan, ya okuduklarımdan ya da başkalarından esinlendiğim hikayelerdi. Yani kısacası başkalarının hikayelerini okudum, yazdım durdum. Bir sabah uyandığımda -kuş cıvıltıları içinde baharı müjdeleyen güneşli bir sabahtı- bu eksikliğin farkında vardım. Ben kendi hikayemi yazmamıştım henüz. Oturup kahramanlarını, mekanını, zamanını ve olay örgüsünü hiçbir yerden esinlenmeyerek seçeceğim bir hikayem olmadı benim. Hep bir yere bağımlı, hep birilerine özenti. Bunun böyle gitmeyeceğine karar vererek başladım hikayemi yazmaya.
Hikayemin baş kahramanı bir öğrenci, benden uzun yıllar önce yine bu kentte yaşıyor. Yok olmadı. Çıkamıyorum, kalıplarımın dışına. Oldu olacak bir de mühendislik okusun bari. Başka bir kahraman bulmalıyım. Mesela kadın olsa? Sanki kadınları çok iyi anlıyormuşum gibi bir de kadın seçtim karakteri. Gel de çık bakalım işin içinden şimdi.
Mekan. Hikayem bir sahil kasabasında geçmeli. Güneşin sıcağını bir tokat gibi savurduğu gıcırdayan, tuzdan beyazlamış bir tahta iskelede başlamalı hikaye. İskeleye bağlı, denizin üstünde bir kayıkta pinekleyen bir adamın gördüğü rüya hikayemin girişinde anlatılmalı. Bu adam o esnada terk etmek zorunda kaldığı uzak bir kentin hayalini kurmakta. Yok, yine girdin aynı yola! İşin kolayına kaçma İbrahim. Bu hikayede yeni bir şeyler olacak!
O zaman aynı sahil kasabasında yaşayan bir kız olsun, hikayenin baş kahramanının henüz tanımadığı. Tanımasa bile yüzü sanki ona daha önceden gördüğü birilerini anımsatmış olsun ilk gördüğünde. Renkli gözlerinde daha önceden bildiği bir bakış, ama hiç tanımadığı duygular olsun. Bu hikayede az önce kafanda canlandırdığın tahta iskemle kadar sağlam bir aşk hikayesi olsun.
Hah sanırım hikayene nerden başlayacağını buldun İbrahim! Kendini katmadan hikaye yazmak ne zormuş, ben bıraktım, siz alın!"