13 Mart 2012 Salı

yaşanmamış hikayeler yazmak.

"İlk defa yaşamadığım bir şeyin hikayesini yazacağım. Bu yüzden heyecanlıyım. Daha önce hikayeler yazmıştım. Ama bunlar ya yaşadıklarımdan, ya okuduklarımdan ya da başkalarından esinlendiğim hikayelerdi. Yani kısacası başkalarının hikayelerini okudum, yazdım durdum. Bir sabah uyandığımda -kuş cıvıltıları içinde baharı müjdeleyen güneşli bir sabahtı- bu eksikliğin farkında vardım. Ben kendi hikayemi yazmamıştım henüz. Oturup kahramanlarını, mekanını, zamanını ve olay örgüsünü hiçbir yerden esinlenmeyerek seçeceğim bir hikayem olmadı benim. Hep bir yere bağımlı, hep birilerine özenti. Bunun böyle gitmeyeceğine karar vererek başladım hikayemi yazmaya.
Hikayemin baş kahramanı bir öğrenci, benden uzun yıllar önce yine bu kentte yaşıyor. Yok olmadı. Çıkamıyorum, kalıplarımın dışına. Oldu olacak bir de mühendislik okusun bari. Başka bir kahraman bulmalıyım. Mesela kadın olsa? Sanki kadınları çok iyi anlıyormuşum gibi bir de kadın seçtim karakteri. Gel de çık bakalım işin içinden şimdi.
Mekan. Hikayem bir sahil kasabasında geçmeli. Güneşin sıcağını bir tokat gibi savurduğu gıcırdayan, tuzdan beyazlamış bir tahta iskelede başlamalı hikaye. İskeleye bağlı, denizin üstünde bir kayıkta pinekleyen bir adamın gördüğü rüya hikayemin girişinde anlatılmalı. Bu adam o esnada terk etmek zorunda kaldığı uzak bir kentin hayalini kurmakta. Yok, yine girdin aynı yola! İşin kolayına kaçma İbrahim. Bu hikayede yeni bir şeyler olacak!
O zaman aynı sahil kasabasında yaşayan bir kız olsun, hikayenin baş kahramanının henüz tanımadığı. Tanımasa bile yüzü sanki ona daha önceden gördüğü birilerini anımsatmış olsun ilk gördüğünde. Renkli gözlerinde daha önceden bildiği bir bakış, ama hiç tanımadığı duygular olsun. Bu hikayede az önce kafanda canlandırdığın tahta iskemle kadar sağlam bir aşk hikayesi olsun.
Hah sanırım hikayene nerden başlayacağını buldun İbrahim! Kendini katmadan hikaye yazmak ne zormuş, ben bıraktım, siz alın!"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder