19 Kasım 2012 Pazartesi

karanlık yazı.

"... önümde boş bir kağıt, elimde kalem. yazsam içimin karanlığı akacak kağıdın üstüne, belki de mürekkebe bile gerek kalmayacak, yazsam içimdeki korku, içimdeki nefret, içimdeki fırtına kağıdı önüne katıp kimbilir hangi uzun cümlenin virgülüne götürecek, hangi ünlemde dinecek? "yazsan geçer." derler; yazdım, geçmedi. yine yazsam, bu sefer geçer mi? yoksa bu kağıdın beyazlığına da yazık eder miyim? belki de gerçek olurlar diye korktuğumdan yazmıyorum ya da hiç gerçek olmayacak diye endişe ettiğimden, bilmiyorum. bilsem de açıklayamıyorum. lambayı söndürüyorum..."

Anlatıcının Notu: İbrahim Bey "yazdım" dediği satırları çöpe attığından biz insanlara malum olmadı İbrahim Bey'in karanlık düşleri.

15 Kasım 2012 Perşembe

zamanın göz kırpması

İsteksiz isteksiz garın merdivenlerini çıkıyordu. Midesinde sabahtan beri onu rahatsız eden bir ağrı vardı. Birkaç gündür kimseyle uzun bir sohbete girmemişti. Konu hep aynı yere geliyor, kapatamıyor, unutamıyor, kurtulamıyordu. Sırtındaki çantayı yere bırakıp garın direklerinden birine yaslandı. Bıyıkları sakallarına karışmıştı. İnsanların tanıdığı İbrahim Bey olmaktan çıkmıştı bir süredir. Daha da fenası kendisi de kendini tanımıyordu.

O an bir üşüme hissetti. Uzun süre sonra hissettiği ilk duyguydu. Yalnızlıktan mı, uzaklıktan mı, yoksa kışın gelmesinden mi üşüyordu, bunu bilmiyordu. Önce ağlayacak gibi oldu, gülümsedi tekrardan. Önünde bir tren durdu. Onu aradı gözleri. Orada olmasına imkan yoktu ama işte bir umut, belki o trenden inen insanların arasından çıkardı. Kırmızı paltosunu aradı, siyah saçlarını da. Yoktu. Direğe yaslanıp öbür yöne çevirdi kafasını.

Başını çevirdiği yöndeki rayların üstünden çok hızlı beyaz bir tren geçti, renkler bulanıklaştı, ayağının altındaki taşlar kayar gibi oldu, yanındaki insanları seçemiyordu. Bir boşluktaymışçasına başı dönmeye başladı. İstemdışı elleriyle yüzünü kapadı, gözlerini ovuşturdu ve yeniden açtı. Az önce geçen beyaz tren aynı yönde aynı rayların üzerinden bir kez daha hızla geçti. Baktığı yönde ışıl ışıl bir yapı oluşmuştu. Yüzünde metal parçaları olan bir kız geçti yanından. Elinde ışıklar saçan bir cihaz vardı ve ondan çıkan bir kabloyla kulaklarına bir şey tıkmıştı. Birkaç saniye önce orada olmadığına yemin edebilirdi, ayrıca o elindeki de neydi? Etrafındakileri incelemeye başladı. İnsanlar garipleşmişti. Konuştukları dil garipleşmişti. Ne olduğuna anlam veremezken onu gördü karşısında. Aradığı değildi. Paltosunun yakalarını kaldırmış, üşüyen ellerini cebini sokmuş, düşüncelere dalmış bir adam. Adam gözlüğünü çıkardı gözlerini ovuşturdu tekrar taktı yerine. Sağ elinin baş parmağıyla kulağına dokundu, sonra orta parmağına bastırdı. İbrahim Bey anlam veremediği bir sebepten bu adama takılmıştı.

Kafasında işten kalma sorularla gözlüğünü yeniden gözüne taktığında onu fark etti. Onun yaşlarında, bıyıklı, solgun yüzlü bir adam dikkatle ona bakıyordu. Eski moda giyimiyle bir dizi setinden çıkmış olabileceğini düşündü. Direğe dayanmıştı, doğruldu. Ona doğru bir hamle yapar gibi oldu, korktu. Sonra kafasını başka yöne çevirdi. Ama aklı takılmıştı bir kere. Birkaç saniye sonra tekrar baktı. Aynı adam aynı şekilde bakmaya devam ediyordu. Zaman tünelinden gelmiş gibiydi. Sanki bir şeyler mi söylemek istiyordu ona? Gelecekteki hali miydi? Ama gelecekte neden geçmişteki gibi giyinsin ki? Retroyu anladık da bu kadar değil hem yaşlamıştı da, geçmişten miydi yoksa? Aile büyükleri?, diye düşünürken üşüdüğünü hissetti. Yalnızlıktan mı, uzaklıktan mı, yoksa kışın gelmesinden mi üşüyordu, bunu bilmiyordu. Önce ağlayacak gibi oldu, gülümsedi tekrardan. Ona bakan adamla göz göze geldi bir daha. Sanki düşündüklerini anladı. Sonra önlerinde bir tren durdu. İkisi de yolcuların arasında gözleriyle birisini aradılar. Aslında orada olmadığını bildikleri birisini. Hani belki bir umut çıkar diye. Yok, çıkmadı. Kafasını sağa çevirip "ne yapalım?" dercesine bıyıklı adama baktı. Bıyıklı adamın da yüzünde ilk defa bir ifade belirdi ve gülümsedi. Diğer raylardan beyaz hızlı bir tren geçti. Trene baktı, tekrar döndüğünde adam gitmişti.

İbrahim Bey tren tekrar geçince dengesini kaybedip direğe tutundu. Az önce gördüklerinin hepsi yok olmuştu. Yine alıştığı gardaydı. Midesinde bir bulantı hissetti. Bu yaşadıklarına bir anlam veremedi. Kimdi o siyah paltolu adam? Neden onu görmüştü ve neden onun hissettiklerini hissediyor gibiydi? Ayrıca o cihaz da neydi? Başı dönmeye başladı ve bir anda yere çömelip direğin yanına kusmaya başladı. Etraftan yaşlıca bir teyze yanına yaklaştı. Elini omzuna dayadı ve sordu:

"Mein Herr, geht's Ihnen gut?"