3 Eylül 2013 Salı

yabanmersini etkisi

Çatısında kartal heykelleri olan taş binanın kapısı yavaşça açıldı. Omuzları düşük vaziyette yüzünde yorgun bir huzurla İbrahim Bey göründü kapının ardında. Yanında onunla konuşan veya onu görmeyip yanından geçen, hareretli hareretli tartışan bir grup insan vardı. Onları yararak aralarından sıyrıldı ve sokak lambasının yanına kadar yürüdü. Derin bir "ohh" çekti.

Bundan birkaç ay önce soğuk bir kış günü elinde birkaç parça damgalı kağıtla aynı kapıdan çıkmış, kısık sesle kendine "Mühendis İbrahim Bey" diye fısıldamıştı. Çok hoşuna gitmişti ve gülümsemişti. Sonra da gördüğü ilk birahaneye -pek sevmediği bir yer de olsa- girip gelen ilk birayı birkaç yudumda bitirmişti. -bereket, bu kentte biralar küçük bardaklarda gelirdi.-  Sonra elindeki kağıtlara bakıp ailesine uzun bir mektup yazmıştı, "Bitti bu iş!" cümlesiyle başlayan. Geçmiş günlerin yorgunluğu ve gelecek günlerin huzursuzluğu içinde bir mola olmuştu bu sevinç onun için.

Şimdi ise bu üniversitenin sıralarında yazdığı son sınavdan çıkmış ve üzerinden büyük bir yük kalkmıştı. Bunun farkına varması için zaman geçmesi gerekiyordu, ilk aklına gelen biraz durulmak ve düşünmekti. Geçen seferki gibi içmek geçmiyordu içinden. Yanındaki arkadaşlarının sorularını, tartışan hallerini kibar ve soğukça savuşturup karşıdaki sokağa daldı. Hızlı adımlarla evine yürüyecekti, bir an durup çatısında kartal heykelleri olan binaya bir kez daha baktı. Çok fazla anısı vardı. Bazılarını hatırlamak bile istemiyordu, bazılarını ise bir ömür boyu unutamayacaktı. Bu şehir aklına her düştüğünde önce bu binayı hatırlayacaktı. Ne kadar kaçmak istese de buralardan, Dostoyevski'nin dediği geldi aklına bir kez daha: iki insan birbirini en iyi ayrılmadan önce tanırmış. İbrahim Bey bir adım geriye attı, bisiklet parkının demirine yaslandı. Gerçekten de bu kenti terketmeden önce mi tanıyacaktı? Bu soğuk suratlı insanlar, bu yağmurlu sokaklar, bu eskimiş kütüphane, köşedeki köhne kafe, sokak başında kim bilir kaç kez sarhoş çıktığı birahane ve çatı katındaki solgun evim sizinle şimdi mi tanışacağım, sizi şimdi mi anlayacağım? Söylemek istedikleriniz şimdi mi kulağıma gelecek? Başından beri bana bir şeyler öğretmeye çalışırken direndiğim, yıkılmadığım şehir tam bu ayrılma anında mı yıkacaktı peki beni? Ya son anda değişmek zor gelir de, bırakamam ben burayı diye evime koşarsam? Ya sabahları sıcak ekmek satan pastahanenin kokusu olmadan yaşayamazsam? Ya her sabah erken gittiğimde geç kalan, tam vaktinde gittiğimde erken gelip kaçmış olan otobüs bir daha hiç gelmezse? Ya arkadaşlarım? Ya bütün hayatımı aynı mahallede, aynı büroda, aynı odada geçirirsem? Ya...

Derken bütün bu düşüncelerden bir anda arındı. Önce bıraktığı şehirler şehrini düşündü, sonra yanında onu gördü. Gülümseyerek "Biraz yaban mersini uzatır mısın?" dedi. İlk tanesini ağzına attıktan sonra ona döndü ve "Şimdi güneye gitme zamanı" dedi.

1 yorum: