30 Ekim 2012 Salı

sofra.

"U.'nun sokaklarına sonbahar gelmişti. Denize çıkan dar yolların birinden insanlarla selamlaşarak yürüyordu. Saatine baktı, geç kalmıştı, adımlarını hızlandırdı. Sahile indiğinde her zaman yaptığı gibi deniz kokusunu içine çekti. Mutsuz bir dönemden geçmişti. Zaten hayatı mutsuz olduğu zamanlarda geleceğe dair umutlanarak geçerdi. Kafasında umut olarak gördüğü o andaydı, ama ironik olan bunun farkında değildi. Buna rağmen istem dışı olarak deniz kokusunu duyunca bir "ohh" çekti.
Sahildeki meyhaneye geldiğinde saat sekizi onbir geçiyordu. "Onbir dakika, akademik sürenin içinde" diye düşündü, eski hayatından kalma alışkanlıklarına gülümseyerek içeri girdi.
Masada altı kişi vardı, her zamanki altı kişi. Yine donatılmıştı masa: haydari, acılı ezme, patlıcan salatası, kabak kızartma, zeytinyağlı yaprak sarması, deniz börülcesi, topik, gavurdağ salatası, köpoğlu, pilaki, kalamar, paçanga böreği, Arnavut ciğeri ve tabii ki rakı. Hepsinin kokusunu aynı anda ve tek tek alabiliyordu. Birazdan yiyecekleri balıkların taze kokusu da burnuna geliyordu. Gözünü masadakilerden ayırıp arkadaşlarına baktı, hepsi açlıktan ve beklemekten sabırsızlanmıştı artık. Herkese utangaç bir "merhaba" deyip boş sandalyenin karşısındaki boş sandalyeye oturdu.
Rakılar dolduruldu ve kadehler kalktı. Kimse beylik laflar etmeyi sevmezdi. Belli belirsiz "sağlığınıza!" dendi ve kadehler önce masaya vuruldu sonra ilk yudumlar alındı. Çok beklediğin bir şey geldiğinde zamanın nasıl geçtiğini anlamazsın. O gece de öyle oldu. Akıllarda pek bir şey kalmadı, birkaç çocukluktan kalma tebessüm, birkaç kahkaha, olmazsa olmazı hüzün ve gecenin sonuna doğru alkolün de verdiği efkarla akla gelen belli belirsiz anılar.
Gece bitti. Her gecenin sonunda olduğu gibi sallana sallana evine doğru yürümeye başladı. Evinin önüne geldiğinde durmadı, yoluna devam etti. Eve giresi yoktu. Yokuşu tırmandı ve yokuşun sonundaki çıkmaz sokağa girdi. En sevdiği evin en sevdiği kapısına dayandı. Kapıyı tıklattı. İçerden kapıya doğru yaklaşan ayak sesleriyle yüzünde bir gülümseme oluştu."

15 Ekim 2012 Pazartesi

u.'ya dönüş.

"Sabahın ilk ışıklarını U. kentinin ilköğretim okulunun kulesinde gördüğüne yolculuğunun sonuna geldiğini anlamıştı. Masasında duran defterini, kalemini ve mürekkebinin dikkatlice çantasına yerleştirdi. Dün gece deniz tuttuğundan bir kelime bile yazamamıştı. Yolculuk öncesi bir sahil kasabasında ince bıyıklı aşçının çok överek hazırladığı yemeğin buna sebep olduğunu hatırlayınca ince bir küfür savurdu, bu küfür ona iyi gelmişti. Oysa normal zamanlarda denizle arası iyiydi, aralarında bir bağ olduğunu düşünürdü, hatta denize bakmak, deniz havası almak veya ayaklarını deniz duyuna değdirmek onun düşünmesini kolaylaştırıyordu.


Bu düşüncelerle birlikte güverteye çıktığında gemi çoktan tahta iskeleye yanaşmış, yolcu indirmeye başlamıştı. Geminin ve tahta iskelenin gıcırtıları arasında hangi gıcırtının hangisinden geldiğini tahmin etmeye çalışırken kendini U.’nun sahilinde buldu. Kumsalın ona çocukluğunu hatırlatan kokusunu derin bir şekilde içine çekti. Geceden beri bir şey yemediğinden midesi gurulduyordu, karaya çıkmak iyi gelmiş, uyandığından beri ilk defa acıktığını hissetmişti. Aklına kent meydanındaki fırın geldi. Küçükken ordan yediği sabah poğaçalarını hatırladı, acaba aynı lezzette aynı yerde duruyorlar mıydı? Yılların yolların değiştirmiş olabileceğini düşündü, ancak birine sormaktansa çocukluğunun kentinin sokaklarında kaybolmayı tercih edeceğinden sırtladı çantasını ve yürümeye koyuldu."

5 Ekim 2012 Cuma

tanım.

"şarap içmek gibi bir şey. içerken anlamıyorsun, hafiften kafa yapıyor, o an dünya üzerinde tekmişsiniz gibi hissettiriyor, mutlu ediyor. bittiğinde ise buruk bir tat bırakıyor. tadını düşünüp, tekrar içeceğin zamanı dört gözle bekliyorsun. bu!"