14 Ağustos 2010 Cumartesi

kaldırım taşı

Elini yüzüne götürdü, kan geldi. İlk başta korktu İbrahim Bey. İyice yokladı, burnu kanıyordu. Cebinden çıkardığı mendiline kanı sildikten sonra ellerini topraklı kaldırıma basıp kalkmaya çalıştı. Dizi sızlıyordu. İlk denemesinde beceremedi. Çöktü. Bir kere daha elinin üzerinde doğrulmaya çalıştı. bu sefer sağ ayak bileğini burktuğunu fark etti. Bir süre kalkmayı beceremeyeceğini anlayınca kendini binanın duvarına doğru sürükledi ve sırtını duvara yaslayıp durdu.

Gecenin bir yarısıydı. Kafasını kaldırıp gökyüzüne baktı. İlk gözüne takılan çoban yıldızı olmuştu. Ona bakıp hayal kurduğu zamanları hatırladı. Yaz aylarında arkadaşlarıyla omuz omuza verip yıldızları seçerlerdi, isimlerini tartışırlardı. Şimdi omzuna dayandığı soğuk bir duvardı. Ay yeni doğuyordu, yüzüne vuran ışıklardan biri de oydu. O esnada hafif bir esinti duydu yüzünde ve işte o an olan oldu.

İlk gözyaşı gözünün kenarından akmaya başladı. Birkaç gündür bunun geleceğini biliyordu. O sert görüntüsünün altında kendini fazla hırpalamıştı. Dışarıya neşe saçmak istiyordu ama o gücü de bulamamıştı son günlerde kendinde. Varsa yoksa saman kağıdı, dolma kalem ve sonu gelmez çizimler. İyi haber alamaz olmuştu. Kendi derdine düşmekten ajansı da takip edememişti, takip edebilseydi o da sıkıntı verirdi mutlaka. O an gözünün önünden geçti ailesi, arkadaşları, burnunda tüten şehri, sonra hissetti dizindeki ve bileğindeki ağrıyı ve en sonunda da göğüs kafesindeki ağrıyı. Sağ gözünden akan yaşa sol gözü de eşlik etti ve sonra yaşlara hıçkırıklar eşlik etmeye başladı. Sokağın ortasında, apartmanın camındaki beyaz saçlı kadının şaşkın bakışları altında hüngür hüngür ağlamaya başladı. Tutamıyordu kendini. Şimdi ne sert görünüşü, ne ecüş bücüş mühendislik hesaplarını, ne hayal kırıklıklarının önemi vardı. O an sadece kendi vardı ve tabii ki yanağını ıslatan gözyaşları.

Yol kenarında uzun bir süre ağladı, o sürede aklından neler geçti ne kararlar aldı, bilemeyiz. İçinden akanlar onu rahatlatmıştı. Hatta ağrıları da azalmıştı. Ellerini tekrar tozlu kaldırıma bastı ve bu sefer vücudu ona ihanet etmedi, ayağa kalktı. Dimdik durdu, paçalarındaki tozu temizledi. "Kendi düşen ağlamaz" diyemese de destek almadan ayağa kalkmayı becermişti. Karanlık gecede yalnız başına dimdik yürüyordu şimdi. Ne yüzü gülüyordu, ne ağlıyordu, kararlı ve rahat bir ifadesi vardı.

O gün yolda yerinden oynamış bir kaldırım taşı ona bunları hatırlatmıştı. Ondan yaklaşık yarım asır sonra aynı yoldan geçen genç bir çocuk sinirle o taşa tekme attı ve ayağı acıdı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder