2 Aralık 2010 Perşembe

şehre yakarış.

"Şehirler ağlar mı üzerlerindeki binalar yıkıldığında veya yandığında? Ya da canları acır mı biz çok amaçlı ve çok katlı binalarımızı kör bir mızrak gibi ciğerlerine sapladığımızda? Acaba depremlerle, fırtınalarla, sellerle bize anlatmak istedikleri bir şeyler var mıdır? Yoksa onlar kendilerinden beklendiği gibi cansız mıdır?

Eğer yanacak bir canın varsa Aachen -ya da karizmatik adınla Aix la Chapelle-, bizim adımlarımız bile acıtıyordur senin narin göğsünü. Elinden gelse her adımımıza karşılık bir kere sarsarsın bizi. Hatta senin toprağını biraz kazsak o kadar sinirlenirsin ki ateşinle karşılarsın bizi.

Ama öbür yandan sana ne yaparsak yapalım ruhun duymaz İstanbul! Hülyalı gözlerinle denizini seyredersin. Bir yandan poyraz estirir, azıcık canın sıkıldığında da verirsin lodosu. Umrunda mı insanlar kalelerini işgal etsin, surlarını yıksın, binalarını nankörce yaksın, denizlerini derelerini bok içinde bıraksın ya da göğsüne saplasın binlerce ton ağırlığındaki beton hançerlerini? Sen hep işine bakarsın, görmezden gelirsin. Gerçekten de benim dediklerimi duyamayacak kadar cansız mısın? Bu kadar hafızasız mısın?"

anlatıcının notu: Bu notu daha önce görmediğime eminim. Birkaç gün önce defterlerin arasından düştü. İbrahim Bey'in tam olarak neyi kastettiğini bilmiyorum. Çünkü o tarihlerde gerçekleşen kayda değer bir şehir felaketine rastlamadım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder