15 Ocak 2012 Pazar

bir mektubun hikayesi.

"Kafamdaki sesleri susturamıyorum. Her bir taraftan farklı biri konuşuyor gibi. Mutlu yerlerime giden yolu bulamıyorum, her yol aynı karanlığa çıkıyor. Kafamı bir yana çevirsem bir fotoğraf, siyah-beyaz da değil, sararmış. Öbür yana çevirsem okunmayı ve yazılmayı bekleyen sayfalarca not. Önüme baksam hatırlamak istemediğimi bildiğim can sıkıcı ayrıntılar.

Kafamın içimdeki sesleri susturamıyorum. Sessizliğime kavuşamıyorum. Farkındayım, hatta biliyorum bir yerlerde ay doğuyor. Bir şehrin üstünü sessizce aydınlatıyor. Her zaman bahsedilen dolunay da değil, tam yarım arası bir ay. Geceye can veriyor. Sonra görüyorum onu. Boş sokakta yalnız başına yürüyor, fotoğraftaki. Sokak bu sefer renkli, sararmamış. Yüzüne restoranın tabelasından ışıklar vuruyor. Kırmızı, yeşil değişiyor renkleri. Restoranın tabelasına bakıyor, ufak bir detaya gözü takılıyor. Bir yazım hatası: “Kahve falınada bakıyoruz.” Gülümsüyor. Sonra yürümeye devam ediyor. Nehrin kıyısında uzun bir yolda ilerliyor. Kafasında eski bir aşk. Zaten yalnız sokaklar, yalnız odalar ya eski aşklar içindir ya da eski arkadaşlar. Çok başka bir sevgiydi onlarınki. Gençtik, diye düşünüyor. Birbirimizde tanıdık biz aşık olmayı, bir kadın bir erkeği, bir erkek bir kadını nasıl tanırsa biz de öyle tanıdık birbirimizi ve aşk sandık bunları. Heyecanlı bir ilişkiydi ama yine de, güzel günlerdi. Ardından üç-dört şiir yazdırdı bana. Onları da İbrahim’e yollamıştım, ah İbrahim ne kadar uzaklara gittin be sen de!, diye sürdürüyor dalgın adam düşüncelerini. Dediğim gibi eski aşklar ve eski arkadaşlar.

Sakallı bir adam yaklaşıyor yanına, sigara istiyor. “Veririm ama bir şartla” diyor dalgın adam. “Beraber içeceğiz bir tane”. Kabul ediyor sakallı adam. Nehrin kıyısında bir banka yöneliyorlar. Dalgın adam, yani fotoğraftaki, bankta oturmak istemiyor bu ayın aydınlattığı güzel yaz gecesinde gidiyor nehrin kıyısındaki çimenlere, sakallı da takip ediyor onu.
“Buradan değilsindir beyim?” diye soruyor sakallı.
“Yok” diyor, “iş için geldim, akşam boşluk oldu biraz şehri göreyim istedim.”
“Akşamları görülcek pek bir şey yoktur bizim buralarda, şu ilerde demiryollarının lokali var oraya bir bak istersen, canlı müzik olur”
“Sağol, zaten ordan geliyorum. Çok gürültülü orası, hem herkes dans ediyor, yorgunum burası daha sakin daha güzel, hem bir şehrin sokaklarında kaybolmazsan o şehri tanıyamazmışsın derler, tanımaya çalışıyorum ben de. Sen buralısın heralde?”
“He, öyleyimdir. Sen nerden gelirsin beyim? Ankara mı? İstanbul mu?”
“Buralara başkası gelmez mi? Hangisini yakıştırdın sen bana?”
“Konuşmandan İstanbullu gibi durursun beyim, ama Demiryolları diyorsan Ankara da olabilir, hiç bilemem ki ben.”
“Doğru bildin, İstanbulluyum. Demiryolları iş icabı bakma sen. Yoruldum, sıkıldım ondan da, belki bırakırım. Okulu yeni bitirdim ama bu işler bana göre değil. Aslında bir roman yazmak istiyorum. İş sadece para kazanmak için ya da –ne bileyim- böyle gezip görmek için de diyebilirsin.”,
“He beyim, güzelmiş. Ben müsadeni isteyeyim. Hanım bekler. Haydin kal sağlıcakla! Birazdan esmeye başlar, çok durma buralarda...”

Vedasını ettikten sonra sigarasını söndürüp yola devam ediyor dalgın adam. Sakallı adamın ismini sormadığını fark ediyor. Kafasında ona bir isim yakıştırıyor: Halim. Rahatlıyor. Böylelikle bu şehri de Halim’le hatırlayacaktır.

Kaldığı konuk evine vardığında, Halim’e bir hikaye yazıyor, belki bir gün tasarladığı romanına ekler diye. Sabahtan beri kendini yorgun hissetmesine rağmen, uykusu bir türlü gelmiyor. O yüzden bir mektup da uzaklardaki arkadaşına yazıyor. Hatta Halim’in hikayesinin bir kopyasını da onun sonuna ekleyip ertesi gün postaya atıyor. Üzerinde uçak çizimli bir pul olan bu mektup birkaç hafta sonra da masama ulaşıyor.

Sesler biraz daha azaldı sanki. Tekrar bakıyorum “Sevgili arkadaşım İbrahim,” diye başlayan mektuba. Sesler artıyor. Mektubu alıp çekmecenin dibine atıyorum. Gaz lambasını söndereceğim birazdan, bu akşamlık bu kadar melankoli hepimize yeter. Hayırlı rüyalar!"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder