10 Kasım 2010 Çarşamba

karasal ikilem.

"Eski notları kurcalıyordum. Bir kısmı çekmecenin arasındaki boşluğa düşmüş, onları oradan alamadım, açıkçası üşendim. Ama elime eskiden karaladığım bir kağıt parçası geldi. Üzerinde silik eski bir tarih "6 Şubat 1950". Soğuk, hatta karlı bir kış gecesi olduğunu varsayıyorum. Aynen şöyle yazıyor:

"Boğazlara, akan sulara alışmışsan
Ölmüş sevdalara bile mezar olamaz
İçinden nehir geçmeyen şehirler"

İkinci senemde yazmışım, sonradan devamına bir şeyler eklerim diye de yarım bırakmışım, eklememişim. Ne kadar da zor gelirdi o zamanlar denizi olmayan bir şehirde yaşamak. Kuru havalardan sürekli dudaklarım çatlardı. Yüzüme ince ince dokunan yağmura küfrederdim; gözlüğüm, üstüm başım hep ıslak olurdu. İstanbul'dayken de şehirlerin ancak denizlerle bittiğini savunan bizler çok takılırdık Ankaralı gördüğümüz zamanlarda.

Eh demek ki cezamız buymuş. Karasal iklime, susuz şehirlere alışmakmış ve kendimizi akarsularla avutmak. İstanbul'a her gittiğimde oraya daha az ait mi hissediyorum ben kendimi? Yok böyle bir şey olamaz. Geri döneceğim değil mi? İstanbul?"

anlatıcının notu: İbrahim Bey'in yukarıda bahsettiği notu defterleri arasında henüz bulamadım. Fakat arasına kaçanları almaya üşendiği çekmeceyi neredeyse parçaladığımı göz önünde bulundurursak yakın bir zamanda onu da bulabileceğimi düşünüyorum. Ayrıca ufak bir dipnot daha: İbrahim Bey İstanbul'a geri dönüyor ve ilerde onunla ilgili daha umutlu şeyler yazabiliyor, yani kendini ona daha ait hissediyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder