4 Ekim 2011 Salı

büyümenin hayali

Çıtırdayarak hareket etmeye başladı tren. Kafasını okuduğu kitabından kaldırıp gözlüğünü düzelterek güneşli çiçekli gara bir kez daha baktı İbrahim Bey. Sonra kondüktörün Fransızca anonsı başladı. "Nasıl olsa anlamayacağım." diyerek kitabına geri döndü. Önünde yaklaşık iki saatlik yol vardı.

Dörtlü koltukta karşısında oturan çifte bakınca aşkı düşündü İbrahim Bey. Uzun süredir düşünmüyordu. Ya da düşünmedi. Şimdi bütün bu olanları, olacakları, yani kısacası gerçekleri dramatize etmek için de böyle yazıyor olabilirim. İbrahim Bey'in dişlilerle, dinamolarla dolu, vidalarla tutturulmuş hayatında böyle mekanik olmayan şeylere yer yoktu. En azından o böyle olduğunu düşünüyordu. Onun kafasında şu an sadece yapacağı iki günlük kısa tatil, çıktığı yol ve içeceği bira vardı. Çok yorulmuştu. Hayal kurmuyordu.

Yaşadığı şehir ona ilk başlarda hayal kurmayı öğretmişti. Uçsuz bucaksız hayaller kurardı soğuk gecelerde, özellikle gaz lambasının gazı bittiğinde karanlıkta. Karanlıkta kurulan bu hayallerin aslında büyük bir kısmı gerçekleşti. Ama onlar gerçekleşirken İbrahim Bey'den alıp götürdüklerinin yerleri dolmuyordu. Hiçbir zaman umutsuzluklarının, kalp sancılarının, hayal kırıklıklarının peşinde kendini kaybeden bir adam olmamıştı. Ancak şimdi karanlık gecelerde hayal kurmak yerine o kayıpları düşünüyordu. Belki de bu da büyümenin bir parçasıydı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder