19 Temmuz 2011 Salı

beyaz sayfa.

"Uzun bir zaman sonra önümde beyaz bir sayfa. Bomboş, tek bir çizgi bile yok. Ne sayılarla dolu bir tablo, ne de ufacık bir detay çizimi. Sadece saman kağıdının soluk beyazlığı. Özlemişim böyle bir kağıda bakmayı. Telaşla oradan oraya koştururken, bir vaktim olsa da yine eskiden olduğu gibi sayfalarca yazı yazsam diyordum. Evet, işte sana vakit, yaz yazabildiğin kadar:

Gün doğuyor, uyanıyorum zorla, sonra her sabahki gibi kahvaltımı ediyorum, kahvemi içiyorum (neyse ki kaçak kahve sorunu bitti). Sonra istemeye istemeye kumaş pantolonumu çekiyorum dolaptan, bir de gömlek buluyorum eskilerin arasından, ütüsüz. Evden çıkmadan aynaya bakardım eskiden, onu da yapmıyorum bugünlerde. Nasılsam öyle çıkıyorum. Sonra dersliklerin tozu, laboratuvarın benzin ve mazot kokusu, büroların kahve kokusu, kütüphanenin eskimiş kitap kokusu ve yemekhanelerin tütün ve yağ kokusu birbirine karışıyor, hepsi birden üzerime siniyor. Eve geldiğimde bütün günün izlerini taşıyan bir harita gibi çöküyorum koltuğa. Kitabımı alıyorum elime. İki-üç sayfa anca okuyabiliyorum. İlk gençlik yıllarımda Cumhuriyet gazetesinde tefrika edilen bu romanın gidişatını o zamandan bilsem bile, bu bilgi beni okumaya teşvik edemiyor.

Gün bitiyor, o günden geriye sadece kokular, kirlenmiş elbiseler, her köşesi karalanmış kağıtlar, silgi tozları, kalem uçları ve bir de camları iz içinde bir gözlük kalıyor. Elim deftere uzanıyor, vazgeçiyorum, "Bugün de bir şey çıkmaz, İbrahim" diyorum, "ne yaşadın ki?". Kendi kendime hak verip gaz lambasını söndürüyorum. Yatağa girmeden önce perdeyi açıyorum ki erken doğan günle birlikte uyanabileyim.

Bu günlerden farklı olarak bugün önüme bir beyaz sayfa koyuyorum, üzerine nokta konulmamış. Ama ona da yine aynı şeyleri yazıyorum, kim bilir belki de kendi hafızamı kendim için tutuyorum."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder