31 Ocak 2014 Cuma

kahvaltı.

"...
Uyandı. Birkaç gündür uykusuzdu. Uzunca uyumak için yatmadan önce panjurlarını sonuna kadar kapamıştı. Haftasonu olduğunu ancak böyle anlıyordu, eğer çalar saat sesiyle veya ışıkla uyanmazsa haftasonuydu. Fakat gözüne bir yerden gün ışığına benzer bir ışık geliyordu. Üzerinde fazla düşünmedi cumartesileri de çalışmak zorunda olan ev arkadaşları olduğunu düşünüp gözlerini açmadı.
"İyi bir kahvaltı hazırlamışlar." diye düşündü burnuna gelen ekmek kokusunun etkisiyle. "Tıpkı bizim... Yok canım daha neler..." gözlerini açmadan sağ tarafına dönüp uyumaya devam etti.
Çok zaman geçmemişti aradan kuş sesiyle tekrar uyandı. "Kışın ortasında ne kuşu bu böyle ya." Ekmek kokularına sucuk kokuları da eklenmişti. "Biri beni etkilemeye mi çalışıyor acaba?" diyerek sonunda gözlerini açtı.
İlk olarak ahşap tavanı gördü. Önce tanıyamadı, sonra inanamadı. Yatak bıraktığı yataktan daha rahattı ve çok iyi bildiği bir yataktı. Eliyle yokladı, yumuşak çarşafı hissetti. Gözlerini camdan dışarıya doğru çevirdi ve işte o zaman emin oldu. U.'daydı. Ekmek kokusu tahmin ettiği gibi meydandaki fırının ekmeklerinin kokusuydu, sucuk kasabın sucuğu. Peki kim yapıyordu bunu?
Aslında aklına gelen ilk soru nasıl oldu da burada ve bu zamanda uyandığıydı, ama o ya bunun çok güzel bir rüya olduğunu ya da öncesinin bir kabus olduğunu düşünüp elindeki ana tutunmak istedi.
Yavaşça doğruldu yatağında. Terlikleri alıştığı yerdeydi. Giydi, ayağa kalktı ve camın kenarına gitti. Bahçenin kokusunu içine çekti ve bir süre denizi seyretti. Limana vapur yanaşmıştı, "U.'nun misafirleri var demek ki" diye düşündü.
Odadaki lavaboda yüzüne su çarptı ve kurulanmadan kapıyı açtı. Yüzüne sabah güneşi ve mis gibi kahvaltı kokuları çarpmıştı. Sucuklu yumurta, kayısı reçeli, taze biber, domates, salatalık, taze ekmek ve tabii ki çay. Teker teker ve ayrı ayrı duydu kokuları. Karnı epeyce acıkmaya başlamıştı.
Gıcırdata gıcırdata merdivenleri indi. Bu merdivenleri inerken bütün ev halkına uyandığını belli edercesine ses çıkarmaya bayılıyordu. Ama hala bu güzel sabahın sebebini bulamıyordu. Kimdi? Kimdi? Önce mutfağa girdi. Tüten çaydanlığı gördü. Salatalıklar yeni doğranmıştı, bıçak doğrama tahtasının üzerinde duruyordu. Reçel kavanozu mutfak tezgahındaydı, kapağı açıktı, yanında tatlı kaşığı vardı. "Bi kaşık dalsam mı?" diye geçirdi aklından, utandı vazgeçti. Sucuklu yumurta pişmiş, soğumasın diye kapağı kapalı ocağın üzerinde duruyordu. Şu an mutfakta göremediği salatanın az önce üzerinde gezdirildiğini düşündüğü zeytin yağı masadan ona bakıyordu. İyice acıkmıştı artık, karnını sıvazladı.
Balkondan tabak çanak sesleri geldiğini duydu. Merakla balkon kapısına yöneldi. Bu esnada guruldayan karnını "pşşşt!" diye susturdu. Kapıyı usulca açtı ve onu gördü. Tahmin etmeliydi zaten. Onu görünce her zaman olduğu gibi kalbi çarpmaya başladı. Zaman durdu, ne orada ne buradaydı şimdi aslında her yerdeydi her zamandaydı. Onun yanındayken salt bir mutluluk hissediyordu. Daha önce hiç hissetmediği cinsten. Sanki hep tanıyormuş ve her seferinde ilk defa tanışıyormuş gibi. Onun her hareketini saatlerce izleyebilirdi. Uyurken, çalışırken, mutluyken, kızarken, kitap okurken, yemek hazırlarken veya sadece el ele yürürken onu izleyebilirdi. Birbirlerine iyi geliyorlardı. Şu an da saçının bir kısmı yüzüne düşmüş özenle masayı hazırlıyordu, bir yandan da bir şarkı mırıldanıyordu. Geldiğini farketmemişti.
"Günaydın" dedi. Sesi tam çıkmamıştı. Uyandığından beri ilk defa konuşuyordu. Boğazını temizleyip kendilerine has bir melodiyle tekrar etti. "Gü nay dın sev gi lim!"
Saçını yüzünden alıp geriye attı. Şakacıktan kaşlarını çatıp gülümseyerek "Ya ben seni uyandıracaktım, kendin kalkmışsın!" dedi. Sonra yanına yaklaşıp yanağına kocaman bir öpücük kondurdu. "Gü nay dın sev gi lim!". Bu öpücükle birlikte U.'da yine çok güzel bir sabah başladı.
Mucizelere inanmak o kadar da zor değildi. U. bazen çok isteyenleri, çok özleyenleri ve çok sevenleri kendi yanına çekebilirdi. Bir gece çok yalnız bir uykuya dalıp ertesi sabah U.'da şefkatli kollarda uyanabilirdin. Hem o en tatlı, en içten gülümsemesiyle dememiş miydi bana:
"Zaten çok istersek ve inanırsak olur bence."
Oldu işte. Olsun işte. Olacak işte!
..."

12 Ocak 2014 Pazar

senli benli.

"...
yeni planlar yapmak
          içinde sen varsan güzel
yeni hayaller kurmak
          seninle birlikteysem güzel
yeni şarkılar dinlemek
          sen de beğeniyorsan güzel
yeni şiirler yazmak
          senden bahsediyorsa güzel
yeni kitaplar okumak
          içinden senden bir parça varsa güzel
yeni insanlar tanımak
         onlara seni anlatabiliyorsam güzel
yeni şehirleri keşfetmek
         yanımda sen varsan güzel
yeni yollara çıkmak
         ucunda sana ulaşmak varsa güzel
yeni sayfalar açmak
         ilk cümlede adın geçiyorsa güzel
sen sen sen
ah bi gelsen...
..."

5 Ocak 2014 Pazar

yeni'den

Kendini iyi hissetmiyordu. Boğazında hissettiği şeyin hüzün kaynaklı oluşan bir yumru mu yoksa hastalıktan dolayı şişen boğazları mı olduğunu kestiremiyordu. Yine uzun yollara çıkılmış, uzun cümleler kurulmuş ve İbrahim Bey Pera'nın, Üsküdar'ın ve Kadıköyü'nün o dost sofralarında arkadaşlarıyla yiyip içip eğlenmişti. Şimdi bir tatilin son paragrafında uzun süredir kendine söz verip de başlayamadığı yazıya oturmuştu. Eskiden bir oturur sayfalarca yazıyı nefes almadan ve saatin nasıl geçtiğini anlamadan yazardı. Şimdi bırakın kelimeleri iki harfi yan yana getirirken bile düşünüyor ve dikkati dağılıyordu. Ama 1954 yılının ilk sabahı kendine verdiği sözü tutarcasına ve yolculuktan döndüğü akşamda uyku tutmayan vicdanının da zorlamasıyla oturdu tahta masanın başına. Denize girmeden önce ayaklarını yavaşça suya sokar gibi önce kısa cümleler kurdu. Biraz hatırladı ve sonra hızla bıraktı kendini dalgaların ve gereğinden uzun cümlelerin kucağına. Çok severdi uzun cümleleri, belki de Almanca'nın ona bir hediyesiydi. Anlatacak hikayesi bitmemişti ve o çok uzun bir ara vermişti. Yazı yazmak zamana karşı gelmekti ve o kendi zamanına teslim olmuştu, yazı yazmak hafıza tutmaktı ve o çok güvendiği hafızasına ihanet ediyordu ve en nihayetinde yazı yazmak bir eser oluşturmaktı o kendi eserinden çok kendi hikayesine takılmıştı, hiç kimseye anlatmadan sadece kendine yaşıyordu. Halbuki o bırakacağı hikayesiyle belki de bize -yani ondan çok sonra yaşamış insanlara- umut olacaktı. Bunu o zaman bilmiyordu. O zamanlarda yine bilmediği ama hissettiği bir şey daha vardı o da bu yeni yılın -yani 1954 yılının- hayatında değişimler yılı olacağıydı. Şimdi bu değişimlerin ön odasında bekleme salonunda otururken İbrahim Bey onu bu sene kurtaracak tek şeyin yazmak olduğunu düşünüyordu ve buna işte bu geceden başlayacaktı. Ancak ilk günden denizin içinde fazla kalmak hasta edebilirdi, ayrıca fazla da güneş yanığı olmamak lazımdı. Esnemeye başlayan İbrahim Bey son cümlesini de yazdı ve ışığını kapattı. Son cümle kendinden sonra bizlere şu şekilde ulaştı:
"...sevmek kadar umutlu bir yıl olmalı."